
Kanlar içinde kalacaksın yaralarından; o bilmeyecek. Kusarak değil; damla damla akıtacaksın kanını. Bir kerede kurtulamayacaksın, yavaş yavaş. Her saniyesini binlerce yıl gibi hissederek... Her acıdığında için, kalbinden süzülen her damla kanda, her düştüğünde o gözyaşları, bağrına taş basıp gurununu yerlere çalınmasına izin vereceksin. Damla damla seyredeceksin kanının akışını çamurlu topraklara... Onsuzken; o damlalarla beraber yok olduğunu, sadece o yanındayken oksijenin var olduğunun ayırdına varacaksın. Kalbinde tozlu raflarda duran bir kılıç girecek bazen aranıza ; ama o kılıcı sadece "onunla" acıdığında kullanacaksın. Acımak... "O", seni, senin onu sevdiğin kadar bile sevemediğinde, "o" yanındayken bile onu özlediğinde, adeta öldürürcesine sevdiğinde, bir süre sonra her şeyi onun için yaptığında, yolda yürürken gördüğün bir anlık benzerlikle gözlerin yandığında ve o yanında yokken sessizce ağladığında; "acımak" fiilinin gerçek anlamda var olduğunu görürsün. Sonradan sonraya anlarsın aslında aşkın kendisi tamamen acıdan oluşmuş zaten. Öyle bir acı ki; o kılıç her ona saplandığında sana da saplanır, sen de hissedersin; ama sen gizliden gizliye bundan zevk almaktasındır. Evet; aşk mantık sınırlarını zorlayan, aslında olmayan bir dünyaya sürükleyebilir insanı!
Sonra bir gün....
Her şeyi bitmiş görürsün. Yani; aşk dediğin de sonsuz değildir aslında.
Çamurlu, kanlı topraklar, ezile ezile incecik kalmış bir gurur, önceki mağrur bakışların yerini almış kırılgan bir ruh ve döktüğün gözyaşlarından miras gözlerindeki çizgiler... "O" diye biri değilmiş aslında o dediğin. Sadece acını paylaşıyormuş gibi yaptığın, aylarca belki de yıllarca uğruna hiç olduğun "o", aslında sadece hayallerinmiş. Kurup kurup da sonra; uğruna hayatını verdiğin... (Yani; bir türlü gerçekleştiremediğin.)
Ve en sonunda; aklın yavaş yavaş aslında doğduğu yere geri dönmeye başlar ve çatışmalar, çelişkiler de onunla beraber hortlamaya başlar yeniden. Aklın tamamen gerçeklere döndüğünde yüzünü, aşkın hayatından tamamen çıkmıştır. Her şeyi bitiren birkaç cümle, ilerisi için bir iki temenni, belki yüzünde kuruttuğun birkaç damla yaş ve kısa bir "Hoşça kal..."
Artık yeni bir dünya var zannedersin önünde; ama yanılıyorsundur. Bu sefer de aklınla kalbinin savaşları başlar. Pişman olup olmadığının bilincinde olmamanın verdiği bir azap beklemektedir seni.
Kalbin kılıcını sakladığı yerden çıkartır. Bu acıya daha fazla dayanamayarak, daha önce "o"na batırdığı kılıcı, kendine saplamaya başlar. Zanneder ki bir zamanlar olduğu gibi o da acıyacak. Ancak giden gitmiştir ve gidenin umurunda bile değilsindir.
Aklınsa; buna engel olamadığı gibi, kalple tek bağı olan damarlarla kendine gelen kanla beslenmeye çalışacaktır. Yeniden kendini alıştırabilmek için; ama damarlardaki kanın her zerresine işlenmiş bütün hayaller de ona ulaşmaya başlamıştır. Ve akıl; bu önce afallatan, daha sonra bağımlılık yapan hatıraları kalpten çalıp gece gündüz gözünün önüne getirmeni sağlar.
Kalbin gün gelip de o damarları kendi kılıcıyla kesinceye kadar, her gün , her saat o anıları, sohbetleri, upuzun bir öpücükten sonraki o ufacık masum öpücüğü, tek bir tebessümü, elini tuttuğunda bütün vücudunun titreyişini, sevişmelerin ardından göğsündeki o uykuyu, beraber içtiğiniz sigarayı... her şeyi tekrar tekrar yaşatmaya devam edecek.
O damarlar kesildiğindeyse, geriye yapacak tek bir iş kalmıştır: İnşa etmesi yıllarını alan gururun birkaç zaman içinde birkaç damlayla incecik kalmıştır ve artık onu tekrar inşa etmek zorundasındır. İş ona kalmıştır! Yoksa hayata eskisi gibi devam edemeyeceksindir.
Damla damla temizlenmeye başlar kanındaki hayaller. Aklın daha az gözünün önüne getirir eskileri. Yiten her damlayla kalbinin ritmi, ruhunun paçavralara sarınmış hali, yerini eski rutinine ve eskisinden daha sağlam zırhlarla çevrili bir ruha bırakır. Aşkın seni öyle bir hale sokmuştur ki, silinen her anıda yeniden acı çekersin. Bu sefer "aşkım"a, "o"na ihanet ediyorum diyerek. Aslında ortada ihanet falan yoktur; sadece "o"na, acına, aşkına, anılarına o kadar alışmışsındır ki onlarsız nasıl yaşanabileceğini bilmiyorsundur. Bir yerden sonra; o kadar çok "kayıp" verirsin ki içinde eskiye karşı sadece bir tebessüm kalır. Şarkıdaki gibi siz o gün tükenmişsinizdir ve "hiçbir şey yoktan var edilemez"dir.
En sonunda ,arkana baktığında her şeyin gerçekten bitmiş olduğunu ne onun ne de senin geri döneceğini hem aklın hem kalbin anladığında, kılıcı tekrar tozlu raflara kaldırdığında, kalbin tekrar eski ritminde atmaya başladığında, ruhun eskisinden daha da mağrur bakışlar fırlattığında dışarı, yeni hayatına hoş gelmiş olursun.
Elinde ise sadece "o"na ait bir ceset ve kalbindeki yaraların kabukları kalmıştır.